Free songs

Cumhuriyet Dergi, Pazar Eki, Sayı:869-17 Kasım 2002
Röportajı yapan: Nurhan Kavaklı

“ Aşk, tutku, hüzün ve isyan.”

En kısa tanımlamayla flamenko, belki de bu duyguların şarkı, gitar ve dans ile hayat bulması. Yalnız duygular değil, bu duyguların ete kemiğe bürünmesini sağlayan müzik ve dans da evrensel bir dil… Bu nedenle flamenkonun “ateşi” Türkiye’de de kolaylıkla yüreklere düşebiliyor… Bazıları flamenkoyu sadece dinlemekle, izlemekle yetinmiyor, bir kariyer ve o klasik tanımlama ile “bir yaşam tarzı” olarak benimsiyor, İspanya Çingenelerinin özgürlük tutkularından, Arapların duygusallıklarına, Musevilerin baskılar karşısındaki acılarına değin değişik halkların kültürlerinden öğeler barındıran flamenkoya kendi topraklarının tutkusunu katmaya çalışıyorlar…

“ İlk zamanlarda çevremdekiler için benim flamenko yapmam, bir Fransız’ın kılıç kalkan oynamaya heveslenmesi gibi bir şeydi” diyor flamenko dansçısı Melek Yel Kocaman. Kendisini izleyenlerin, bir İspanyol, en azından bir yabancı beklerken, bir Türk flamenkocu ile karşılaşınca şaşırmalarına alışmış, başlıyor “Neden bir Türk flamenko yapmak ister? Sorusunu yanıtlamaya. Lise yıllarında gittiği gitar kursunda Paco de Lucia’nın “çarpıcı” müziği ile flamenko ile tanıştığını anlatan Yel Kocaman, Harbiye Açık hava Tiyatrosu’nda izlediği bir flamenko dans gösterisinden sonra flamenkonun artık kendisi için peşinden koşulacak bir aşka dönüştüğünü söylüyor. Ancak yıl 1989 ve flamenko dansı öğretecek bir yer yok. Ne zaman ki Pera Güzel sanatlar Okulu flamenko dans eğitimi veren bir bölüm açıyor, eğitimini aldığı ve kısa bir süre yaptığı gazeteciliği bir yana bırakıyor ve okula kaydoluyor. Okulun son yıllarında flamenko eğitimi için ABD ve İspanya’ya yapılan kısa süreli iki yolculuk geliyor:

“Flamenko benim hobimdi, işim oldu. Bu işin İspanya’ya özellikle de flamenkonun beşiği sayılan Güney İspanya’ya gitmeden tam olmayacağına inanıyordum. Borç harç geçen sene yaz tatilinde Sevilla’ya gittim, dersler aldım, en önemlisi flamenkoyu doğal ortamında izleme olanağı buldum ve kafamdaki boşluklar doldu.”

Hemen hemen her Türk genç kızı gibi, ya daha küçük yaşlarda düğün salonlarında oryantal dans ritmiyle kıvrılmaya alışmış, ya da omuz omuza ekip halinde halk oyunlarından bir şekilde nasibini almış bir vücudun flamenkoya ne denli yatkın olabileceğini ise şöyle anlatıyor Yel Kocaman:

“ Evet dışavurum konusunda farklılıklar var, bu çalışmayla aşılabilecek türden. Asıl zorluk duyguyu verebilmekte. Flamenko bir yaşam biçimi kurgu değil, hayatın kendisi. Müzik ve dans yürekten gelen duyguların ifadesi ise, bana flamenko biraz yürekten taşan duyguların ifadesiymiş gibi geliyor.”

İşin içine yürek girince beden de ona uyuyor çaresiz. Bedenin de yardımına teknik eğitim koşuyor. Yel Kocaman, yine de flamenkonun bir Güney İspanya Çingenesi’nin yaptığı gibi yapılabileceğine inanmıyor.

“Evet teknik olarak yapılır. Japonlar mükemmel yapıyor, Almanlar da. Ama o yüz ifadesi, o hüzün, o öfke… Bu başka bir şey İspanya’da turistik olmayan, yaşayan gerçek flamenko ile karşılaştığım da buna kesinlikle inandım. Benim orada flamenkoyu üreten kültüre ait insanların hissettiği hüznü hissetmem çok zor. Benim hüznüm benim tarihime, bu topraklara ait.”

Yel Kocaman’ın öncelikli projesi ise, Pir Sultan Abdal ve Aşık Veysel gibi ozanların sözleri ile flamenko ritimlerinin buluştuğu bir müzikte dans etmek. Kocaman’ın son bir yıldır beraber çalıştığı Malabadi Grubu’nun üyeleri Okyay ve Göktay kardeşler ise flamenkonun gitar ve şarkı yönünde ilerlemeye karar vermişler…

Yukarı